Yerin 12.000 Metre Altındakı Sesler
https://youtu.be/3VVFpQRmmpk?t=675
1980 lerin sonlarında Avrupa da yayılmaya başlayan bu efsane Rusya’da geçmesine karşın ilk olarak Finlandiya daki Ammennusatia gazetesinde yayınlanmıştı. Daha sonra dünyanın her tarafına yayıldı.
1989’da Sovyet Birliğinin dağılmasından sonra, KGB’ye ait birçok dosya Amerika ve İngiltere istihbarat timleri tarafından incelemeye alınmıştır. 1990’da bu dosyalardan bir tanesi Londra Whitehall D11 departmanına fakslanmıştır. Dosyada anlatılanlar öylesine olağandışıydı ki çok zaman geçmeden basına sızdı.
Rusya’nın uçsuz bucaksız step bölgesinde büyük ve geniş bir çukur bulunmuştu. Rusya Federasyonu’nun kuzeyinde, Murmansk Oblastı sınırları içinde kalan toprak parçası olan Kola Yarımadasında. Bunun binlerce yıl evvel dünyaya düşen bir meteorda dolayı mı, yoksa yeraltı katmanlarında meydana gelen bir çökmeden mi meydana geldiği bilinmiyordu. Hem çukurun nasıl açıldığını öğrenmek hem de dünyanın nasıl oluştuğuyla ilgili ipuçları elde etmek ve yerkabuğunu mümkün olduğunca derine inerek incelemek için jeologlardan oluşan bir grup bilim adamı görevlendirildi.
Böylece Kola derin sondajı Sovyetler Birliği tarafından Kola Yarımadasında yapılan bilimsel sondaj kuyusu olarak tanımlandı. Malzemelerini alıp bölgeye gelen bilim adamları çukurun yakınlarında bir kamp kurup araştırmaya başladılar. Çukur oldukça genişti ve dünyanın katmanları hakkında detaylı bilgi edinebilmek ve detaylı veri için daha derine inen bir çukur açmaya karar verdiler. İlk sondaj faaliyetleri 24 Mayıs 1970 tarihinde başlamıştır. En derin sondaj 1989 yılında 12.262 metreye ulaşmıştır. O dönemde delinen en derin sondaj olma özelliğini kazanmıştı.
Proje kapsamında ilk başta planlanan derinlik 15.000 metreydi. 6 Haziran 1979 tarihinde o zaman kadar delinen en derin sondaj kuyusu olma ünvanı ABD’deki Bertha Rogers sondaj kuyusundan alındı. 1983 yılında sondaj 12.000 metre derinliğini geçse de çalışmalar bir süre askıya alındıktan sonra devam ederken 27 Eylül 1984 tarihinde 12.066 metrede delme ekipmanı kırılacaktı. Sondaj 7.000 metreden yeniden başlatılacak ve 1989 yılında 12.262 metre derinliğe ulaşılacaktır. Ancak bu derinlikte beklenen 100 °C (212 °F) sıcaklık yerine 180 °C (356 °F) gibi değerlerle karşılaşıldığı ve çalışmanın güçlüklerinin artması nedeniyle proje 1992 yılında durdurulmuştur. Proje boyunca ana arterden dallanan birkaç yan kanal açılmıştı ve bunlardan en derini 12.262 metre derinlikteki SG-3 çukuruydu. Resmi raporların halka yansıyan verilerinde bu kadar bilgi verilmekteydi. Oysa gerçek başkaydı .
Bu iş için kullanılan dev bir matkaba benzeyen sondaj makinesi çukurun tabanına yerleştirilerek delme işlemi başlatıldı. Yaklaşık 50 santim çapındaki delik aşağıya doğru ilerledikçe çıkartılan toprak, kaya parçalan, minarellerve bazı madenler kamp yerindeki seyyar labaratuvarda inceleniyor, notlar alınıyordu. Sondajın gidebileceği en ileri noktaya kadar gitmesini istiyorlardı. Bu sayede daha önce keşfedilmemiş bilgilere ulaşabileceklerdi.
Uzun bir çalışmanın ardından deliğin boyu 12 kilometreye ulaşmıştı. Bu,yer kabuğunda açılan en derin kuyularından biri demekti. Biraz daha deldiler ve dev matkabın ucu inanılmaz bir hızda dönmeye başladı. Bilim adamları ve teknisyenler çok şaşırmışlardı. Bilim adamları bir yer altı mağarasına gelmiş olacaklarını tahmin ediyorlardı. Başka ekip üyeleri ise dünyanın merkezine ulaştıklarını düşünmeye başlamışlardı. Her nereye gelmişse gelsin matkap boşa dönüyordu, kırılacak, delinecek bir şey yoktu.
Sondaj aleti dikkatlice çıkartıldı ve deliğin ulaştığı yer hakkında bilgi edinebilmek için bazı incelemeler yapılmaya başlandı. Bu arada delikten sıcak hava ve ;uğuldamalar gelmeye başlamıştı. Ekibin tamamı merak içinde bekleşirken küçük bir grup sıradaki işlem için hazırlık yapıyordu. İlk olarak sıcaklık ölçülecekti. Dünyanın merkezine yaklaştıkça yüksek ısı bekleniyordu ama deliğe indirilen hassas ısı ölçü aletlerine göre aşağısı 1200 dereceydi! Gözlerine inanamadılar, bu bekledikleri ısının çok üzerinde bir değerdi! Aletin bozuk olabileceğini düşünülerek başka cihaz indirildi ve yine aynı sonuç elde edildi. Bazıları devam etmemelerine söylüyordu, ancak bilimsel merak ağır basmıştı.
Grupda bulunan yer kabuğu konusunda Dünyanın en yetkin ismi olan Dr. Dimitri Azzakov olay mahaline bir grup uzmanla sondaja devam etmesi amacıyla gönderilmiştir. Dr Dimitri şöye demiştir: “Bir anda matkap deli gibi dönmeye başladı, bu bir mağaraya ve boşluğa geldiğimizin göstergesiydi. Termometreler 1200 derece gibi inanılmaz bir sıcaklığı gösteriyordu. Bu beklediğimizden de fazlaydı. Sanki dünyanın merkezinde cehennem ateşi vardı.
Azzakov sondaj çalışmalarının durdurulmasını ve kendisine ısıya dayanıklı elektrik kabloları verilmesini istedi. Bu kabloların ucuna uzay araçlarında kullanılan ısı kalkanlı hassas mikrofonlar yerleştirerek kuyudan aşağı sarkıttı. Bir saat kadar sonra, kayıtta parazitler oluşmaya başlamasıyla Azzakov mikrofona bağlı hoparlörü açtı. Bu sayede erimiş kayaların oluşturduğu basıncın ve gerginliği duymayı bekliyordu. Ama kendisiyle beraber beş kişilik ekibinin duyduğu tek şey yüzlerce insanın çığlıklarına benzer seslerdi.
Azzakov şöyle devam ediyor “Şaftın altındaki plakaların seslerini iletmek üzere dizayn edilmiş mikrofonu daha da derine indirdik. Ama plaka sesleri yerine duyduğumuz sadece acı içinde çığlık adan insan sesiydi. Önce sesin ekipmanlarımızdan gelebiliyor olduğunu düşündük. Gerekli ayarlamaları yaptıktan sonra gelen sesler şüphelerimizi doğruladı.
Çığlıklar tek bir kişiye ait değildi, milyonlarca insanın çığlığı gibiydi. Bu gelişmeden sonra bilim adamları porjeye devam etmekten korktular. Kuyudan çıkabilen yer hareketlerinin seslerini belli aralıklarla süper hassas mikrofonlarla dinlemeye çalıştık. Duyduklarımız biz mantıklı bilim adamlarını korkudan titretti. Kulaklarımıza inanamıyorduk. Bir çığlık daha belirgin duyulabilmesine rağmen binlerce belki milyonlarca insanın çığlığı geliyordu.
Azzakov sesleri kayıt altına aldı ve görünen o ki duydukları yüzünden şaşkın bir haldeydi. Olay yerine tetkike gelen bir emekli subaya Azzakov şunları söylemiştir “Sanki yerin altında insanlar vardı ama açıkçası bu mümkün değil.” En azından hali hazırda birisi herkesin aklındaki dile getirdi “Eğer ateist olmasaydım, cehennemin seslerini duyduğumu söyleyebilirdim.”
Azzakov adamın söylediklerine gergin bir biçimde güldü. Duyduklarından dolayı o da korkmuştu ama bir bilim adamı olarak olayları açıklamak onun işiydi. Bu yüzden Baikonur uzay merkezinden ısıya dayanıklı bir kamera getirilmesini istedi. Azzakov saygı gören bir bilim adamı olduğu için Venüs gezegenini gözlemlemede kullanılan kameranın bir benzeri 3 gün içinde askeri bir helikopterle kendisine gönderildi.
Kamera şaftlardan aşağı sarkıtıldı ve bir saat süreyle açı bırakıldı. Azzakov ve uzay merkezinden gelen mühendisinde imzaladığı belgeye göre kayaların yüzeyinde titrek yanardöner insan silüetleri gözlemlendi. Figurler hareketsizdi ve parlak kayaların üzerinde yatıyorlardı. Her birkaç dakikada bir parlak bir ışık aralarından geçiyor. Bu ışık akıllı biri tarafından kontrol edilen odaklanılamayan bir ışığı andırıyordu. Rahatsız edici bu görüntüler iddia edildiğine göre videoya alındı fakat üç dakikası kayıt edilmişti ki kamera birden bozuldu ve mikrofon eriyiverdi.
Kuyudan şiddetli bir buhar yükseldi ve kötü kokulu sülfür ve boğucu gazlar çıkdı. Sondaj ekipmanları mekanik üstesinden gelinemez sorunlar yüzünden bağlantısı koparıldı ve Sibirya’da başka bir bölgede kuyu açmak üzere gönderildi.Bu olaya tanıklı edenlerin hükümet tarafından şokun tedavisi olarak kısa dönem hafızalarının silindiği iddia edilenler arasında. Azzakov ve ekibi olanların hiç kimseye anlatılmaması ve sızdırılmaması için uzay merkezi tarafından uyarıldığı belirtiliyor.
Ülke o zamanlar dağılan bir komünist rejimin kontrolü altında olduğundan ve ateizm iktidarın resmi söylemini oluştururken. Bu olanların bilinmesi birçokları tarafından cehenneme ait bir delil gibi görülebilirdi. Bu yüzden çoğu veri ve belge imha edildi. Bu olaydan sonra Jeologlar ve diğer ekip üyeleri malzemeleri geride bırakarak oradan kaçtılar… Daha sonra pek çoğu işlerinden istifa ederek kendini dine verdi.
Cehennemden gelen ses tartışması pek çok soruyu ve spekilasyonu da peşinden sürükledi . Gerek din , gerek bilim adamları bu soruya cevap aradılar. Rus bilim adamları birer yalancı değilse kaydedilen seslerin gerçek olması bilimsel olarak mümkün. Peki, o sesler gerçekte kime ait olabilir?
Rus bilim adamları doğru söylediklerini belirterek seslerin gerçek olduğu konusunda yeminler ediyorlardı. Bilimse onları haklı çıkardı, fakat sesler gerçek bir felakete ait olabilirmiydi. Konularında uzman üç farklı isme bu konu sorduğunda net bir yanıt alınmadı. Ancak yanıtlar”seslerin ne olabileceği” konusunda bir beyin fırtınası için gerekli ipuçlarını içeriyordu. Kimi akademik çevreler bunun bir frekans karışıklığı olabileceğini ileri sürmüş, ilahiyatçı bir yazar magmanın çıkardığı seslerin bu şekilde olabileceğini belirtmiş ve Ünlü bir Medyum da metafizik açıdan seslerin cinlere ait olabileceğini ileri sürmüştü.
Ben her üç görüsü de sizlerin bilgisine sunuyor ve yorumu sizlere bırakıyorum. Fakat bu soruya gelen yorumlar arasında ilginç bir görüş dikkat çekicidir. bu yorum bilimsel açıdan incelenmeye değer bir görüştür ve şöyle demektedir.
“Sesleri dinledim. Cehennemden geldiği yorumuna katılamıyorum. Çünkü cehennem bugün için bize gayb’dır, cennet de öyle. Ama eğer işin içinde bir hile yok da sesler denildiği gibi gerçekten kayıt edilmiş sesler ise bunları helak edilen kavimlerin helak sırasında çıkardıkları sesler olarak düşünebiliriz. Çünkü biz bugün sesleri mesela hard diskimize nasıl kayıt edebiliyor isek pekâlâ mümkündür ki helak edilen kavimlerin helakleri sırasında çıkardıkları sesler de yer katmanları tarafından her hangi bir şekilde kayıt edilmiş olabilir diye düşünüyorum.”
Bir başka bilimsel araştırmacı ise sonucu söz konusu soruya şöyle yanıt vermiştir.
Ses bir tür enerjidir ve enerji kaybolmaz o halde geçmişteki bir sesi tekrar duyabilmemiz mümkün mü ? Enerji kaybolmaz ama entropi artar. Tüm sorun sesin içerdiği enerjinin zaman geçtikçe mikroskobik hareket biçimlerine aktarılması. Yani, en sonunda tüm etki moleküllerin hızlarının artmasıyla sonuçlanıyor. Bu da, teknik dilde “sesin enerjisinin ısıya dönüşmesi” olarak adlandırılıyor. Isıyla entropi arasında da çok yakin bir ilişki var.
Entropi, madde içindeki düzensizliğin bir ölçüsü. Başka bir şekilde söylemek gerekirse, ses dalgalarındaki düzenli hareket biçimi zamanla mikroskobik ölçekte düzensiz harekete dönüşüyor. Termodinamigin ikinci yasası da bu dönüşümle ilgili: Düzenlilik düzensizliğe dönüşebilir ama hiç bir zaman düzensiz bir durum kendiliğinden daha düzenli olamaz – entropi azalamaz.
(Ya da ısı enerjisi tamamen daha yararlı enerji formlarına dönüştürülemez.) Gerçi bazı bilim adamları bir yöntemle daha önce oluşmuş bir sesi yeniden oluşturabiliyorlar. Ama bunu yapabilmenin koşulu düzensizliğe geçisin yeterince gerçekleşmemiş olması. Yani, zaman geçtikçe orijinal ses daha az bir belirginlikle elde ediliyor. Eğer aradan çok uzun bir süre geçmişse, hiç bir şey elde etmek mümkün değil.
Sonuç: Bu izah bilimsel olarak gösteriyor ki sesler kesinlikle cehenneme ait değil ve yeryüzünde daha önce yaşanmış bir felaketin sesleri olabilirler. Çünkü evrende çıkartılan hiç bir ses kaybolmuyor ve varlığını devam ettiriyor ve bu sesleri daha sonra tekrar dinlemek mümkün olabilir. Hatta çok küçük bir ihtimalle bu sesler kimilerinin iddia ettiği gibi “Ad kavminin helaki sırasında” ortaya çıkan seslerin bir kısmı da olabilir. Ama entropi göz önüne alındığında bu çok çok zayıf bir ihtimal. Söz konusu felaketin yeni bir felakete ait olması daha mantıklı.
Sondaj sahası bugün Rusya Federasyonu jeoloji laboratuvarları kapsamında kamu mülkiyetindedir. 2003 yılı itibarıyla 8.578 metredeki 214 mm çapındaki sondaj aktif konumda olmasına rağmen 2005 yılında kaynak yetersizliğinden kapatılan işletme 2008 yılından itibaren terkedilmiş, teknik malzemeler hurda olarak satılmıştır. Söz konusu derin sondaj deliğinin ise dinamitle patlatılıp, kapatıldığı söylenmektedir.