EVIL WITHIN 2 / ELEŞTİRİ
https://youtu.be/3mTylD6P108?t=175 Korku oyunlarına ve filmlerine hep bir zaafım olmuştur. Bence beni etkileyen şey işe korkma hissiyatının verdiği adrenalinden çok, merak. Kökenini bilmediğin bir sırrın adım adım çözülmesini izlemek ve bunun bir de yaşamın en büyük sırları olan ölümden sonra hayat veya diğer doğaüstü şeylere bağlanması, hep çok ilgimi çekmiştir. O nedenle tehtidin alenen açık olduğu, bir gizem barındırmayan, vahşet odaklı, “slasher” dediğimiz korku türü ilgimi çekmemiştir. Evil Within’e gelirsek. İlk Evil Within korku unsurları açısından benim için biçilmiş kaftandı. Oyun tuhaftı, tahmin edilemezdi. Bir hastanede başladığınız macerada kendinizi 5 dk sonra canavar dolu bir köyde, sonra aniden bir malikanede buluyordunuz. Mekan, zaman kavramı yoktu. Oyunun akışını öngörmek çok zordu. Tüm bunların dışında da anlatması zor olan bir tuhaflık vardı oyunda. Deadly Premonition’u oynayanlar anlayacaktır dediğimi. O oyundaki gibi bir hissiyat. Diyaloglarda bir tuhaflık, karakterlerde bir tuhaflık. Sanki herkes bir şeyler saklıyormuş gibiydi. Ana karakter de olmak üzere kimse tahmin edilebilir, insani diyebileceğimiz tepkiler vermiyordu. Diyalogları anlaması zordu, herkes delirmiş gibiydi. Bu nedenle, David Lynch filmlerindeki gibi, senaryoyu takip etmesi çok zordu ama bu durum sizi olan biteni anlamaya daha da ittiriyordu. Her şeyi daha da gizemli hale getiriyor. Bilinmeyenden gelen korku, gerilim tavan yapıyordu. İlk oyun bu özelliği ile beni kendine aşık etmişti. Hatta o kadar ki, Evil Within 2’yi bitirince yeniden orjinali bitirme kararı dahi aldım. Bu kadar fazla orjinal oyundan bahsetmemin sebebi, Evil Within 2’nin tek eksik bulduğum yönünü en başta eleştirmek aslında. Anladığım kadarıyla ilk oyunun takip edilmesinin çok zor olduğu konusundaki eleştirileri göz önünde bulundurmuş şirket ve oyunun standardize etmişler. Herşey o kadar anlaşılır ve açık ki artık. Daha oyuna başladığınızda zaten tüm olayların STEM adında bir cihaza bağlı olmanızdan kaynaklı olduğunu biliyorsunuz. Hiçbirşey gerçek değil, sadece bir bilgisayar programının çöküşünü izliyorsunuz. Ve oyun bunu unutmanıza izin vermiyor. Tam ortama kendinizi kaptırdığınızda, dışarıdan sizle kontak kuran partnerizle olan diyalog veya ortamı tekrar stabilize edecek bir cihazı çalıştırma görevleri gibi şeyler, olayın korku unsurunu bayağı indirgiyor. O kadar indirgiyor ki, yegane korku unsuru artık aniden önünüze atlayan yaratıklar veya cehpanesiz kalma oluyor. Psikolojik gerilim öğelerinden bayağı arındırılmış ve ton olarak zombi avlama tonuna indirgenmiş bu durum hoşuma gitmedi. Ana karakter ve oyundaki diğer karakterler de o bilmeceli konuşmalarını kaybetmişler. Herkes ete kemiğe bürünmüş, gayet insani davranıyor. Ana karakterimiz Sebastian, çok fazla duygu sergiliyor bu sefer. Evet, bu empati kurması kolay bir hale getiriyor kendini ama yine dediğim gibi “tuhaf”lık hissiyatını azaltıyor. Hikaye, ilk oyunun ardından kızını kaybetmiş ve kendini içkiye vermiş Sebastian'ın kabusları ile başlıyor. Tüm olanlardan kendini sorumlu tuttuğunu anladığımız Sebastian'ı kabusundan ilk oyundaki partneri uyandırıyor ve Sebastian'a kızının aslında ölmediğini, STEM isimli bir bilgisayar programının içinde olduğunu söylüyor. İlk oyundan tecrubeli olduğumuzdan onu kurtarmak için bizden yardım istiyor. İlk oyunda oyunun sonunda öğrendiğimiz bu matrix vari bilgisayar programı durumu, bu oyunda daha en başta biliniyor. O nedenle hiçbir şeye şaşırmıyorsunuz. Sebastion’un aksine... Zira Sebastion bu sefer fazla insani biri olarak, herşeye haddinden fazla şaşırıyor, nedenini bilmesine rağmen. Senaryo tek bir zaman çizgisi üzerinde ilerliyor, mekansal bütünlük ise çoğunlukla korunuyor, atlamalar ise kesinlikle açıklanıyor. Yan karakterler, herşeyi anladığınızdan emin olacak şekilde detaylandırıyor. Oyun kısacası westernize edilmiş. Japon tuhaflıklarından arındırılmış. Tüm senaryo ağzınıza kaşık ile sunulmuş ki, size bir zorluk olmasın. O zaman oyunun tek negatif bulduğum noktasını çıkarttığımıza göre övgülere başlayabiliriz. Oyun geri kalan her açıdan orjinal oyundan çok daha iyi. Grafikler, performans, oynanış, upgrade sistemi. Herşey geliştirilmiş ve mükemmel bir korku aksiyon oyunu çıkmış ortaya.Grafikler ilk oyundan beri bayağı yol katetmiş. İlk oyun PS3 ve X360’a da çıktığı için belki de, pek bir yeni jenerasyon oyunu gibi görünmyordu çıktığında. Ki buna rağmen de performans sürünüyordu ve bu konuda çok eleştirilmişti. Evil Within 2’de ise renk paletinden, mekan genişliğine, kullanılan karakter modellerinin detaylarından genel poligon sayısına kadar her şey çok daha geliştirilmiş. Oyunun ilk yarısında mekan çeşitliliği ilk oyunun gerisinde kalsa da, bu açığı temposu yükseltilmiş ikinci yarı ile kapatıyor. Performans kusursuz. Oyun hiçbir takılma olmadan 30 FPS'de çalışıyor, ki eklenen yüksek kalite kamera ve hareket bulanıklaşması efektleri ile geçişler daha da akışkan duruyor. İlk oyuna kıyasla çok daha büyük mekanlar, daha detaylı bir şekilde önümüze sunuluyor. Oyunun PS4 Pro desteği yok maalesef ama bu durum 1080p oynayıcılarını pek etkileyecek gibi değil, zira oyun supersampling ile anti-aliasing’e ihtiyaç duymuyor. Kullanılan temporal anti-aliasing metodu o kadar başarılı ki, bir tane bile pürüzlü kenar görmeniz mümkün değil. Yaratık ve mekan tasarımlarındaki başarıdan da bahsetmeden geçemeyeceğim. Her şey tüylerinizi diken diken etmek için ideal atmosferi sunma amaçlı tasarlanmış.Oyunun orkestral müzikleri ise büyüleyici. İlk oyunda sadece güvenli bölgede olduğunuzda çalan tüyler ürpertici keman melodisi geri dönmüş ve başladığı anda kendinizi evinizde hissediyorsunuz. Sesler de oyunun çok önemli bir parçası olmaya devam ediyor. Hem sizi köşe başındaki tehlikeye karşı uyarıyor, hem de gerginliğinize gerginlik katıyor. Oynanışta ise ciddi riskler alınmış ama sonuç başarılı olmuş. Oyunun ilk yarısı yarı açık dünya oynanışında. Ancak bu durum sizi korkutmasın. Devasa bir haritada, hangi noktaya gideceğinize karar veremediğiniz bir Witcher 3 beklemiyor sizi. İlk duyduğumda, korku oyununda açık dünya oynanışı ne alaka demiştim. Oynayınca anlıyorsunuz ki, aslında bu yeni birşey değil. Silent Hill 1’deki kadar bir kasaba sadece açık dünya dediğimiz. Hatta sistem de bayağı benzeri. Bir kasabanın çöküş halindesiniz, her an her yerde bir tuhaflıkla karşılaşabiliyorsunuz. Araştırmak riskli, ama ne kadar çok senaryo dışı araştırma yaparsanız da o kadar güçleniyorsunuz, bulduğunuz cephaneler ve upgrade sağlayan malzemelerle.Oyunun bu bölümüne bayıldım. İlk başlarda senaryoyu takip etmeyip, direk araştırmaya başlayınca. Cephanesiz bir şekilde onlarca yaratığı öldürmem gerektiğinde, defalarca öldüm. Gerçekten defalarca. Oyun ilki gibi zor bir oyun. Oyunun başındaki canınız o kadar az ki, 2 ya da 3 vuruşla ölüyorsunuz. Birçok yaratık sizi bir defa yakalarsa, canınız tam bile olsa ani ölüm oluyor. Oyunun ilk 3-4 saati çok zorlandım, söylendim, şikayetlendim... Ama upgrade’ler o kadar etkili ki. Beni tek seferde öldüren yaratıkların beni yakaladıklarında kafalarına şişe ile vurarak kurtulma veya otomatik olarak iyileştirici malzeme kullanma gibi çok etkili upgradelerden sonra, oyun daha normal bir tempoya ulaştı. Tam bir hayatta kalma savaşı oyunun bu ilk yarısı. Bana çok Last of Us’ı hatırlattı. Elde avuçta olan 3 kurşun, bir bıçak ile onlarca yaratıkla boğuşmanız lazım. Her bir kurşun önemli. Sürekli bir ekonomi hesabındasınız. Şu 3 elemana saldırırsam, 1 ini gizlice öldürsem diğer ikisini 5 kurşunla yıksam, acaba yanlarındaki cephaneden daha fazlasını alabilir miyim? Kimi zaman harcadığınızı alamıyorsunuz, ama kimi zaman da çok büyük ödüllendiriliyorsunuz. Mükemmel bir dengeye oturtulmuş bir risk ve ödül sistemi...Oyunun bu bölümünün temposu sizin elinizde. Bu nasıl oynadığınıza bağlı olarak bir dezavantaj da sağlıyor. Ne kadar aktif de oynasanız aslında, asla sıkı sıkıya planlanmış bir linear oyunun temposunu yakalayamıyor. Tam bu noktada oyun her iki dünyanın en iyi noktalarını birleştirmek hevesiyle, ikinci yarıda daha linear ve çok daha yüksek tempolu bir hal alıyor. O zamana artık karakteriniz silahları kullanmada çok daha başarılı ve daha güçlü bir hale gelmiş oluyor. Oyun hayatta kalma savaşından çok, tempolu bir korku-aksiyon oyununa dönüşüyor. Bu değişim de kesinlikle mükemmel olmuş ve sonlara doğru kendini tekrar etmeye başlayabilecek 20 saatlik bir oyunun, tamamı boyunca dinamik kalmasını sağlamış. Oyunun bu ikinci yarısı, bir nevi ilk oyuna da bir geri dönüş gibi oluyor. Psikolojik göndermeler ve tuhaflıklarla dolu. Yaratık avlama bazlı oynanış, Sebastian’ın ve oyunun ana düşmanının bilinçaltında gezdiğimiz bir psikolojik gerilime dönüşüyor. Ama tüm bunların bir bilgisayar programı içinde olduğunu biliyor olmanız oyunun asla ilkindeki gizemli seviyelere ulaşamamasına neden oluyor.
İlk oyuna ek olarak bu sefer bir crafting sistemi konulmuş. Yani kendi cephanenizi etrafta bulduğunuz malzemelerden kendiniz yapıyorsunuz. Bunun için özel masalara ihtiyacınız var. İlk oyunda yanınıza belli sayıdan fazla kurşun alamıyordunuz ve sürekli cephane sıkıntısı yaşıyordunuz çünkü biriktirmek mümkün değildi. Ancak burada yanınızda taşıyabileceğiniz malzemenin sınırı yok (kurşun sınırı yine var). O malzemeleri kurşuna çevirebiliyorsunuz. Bu da oyun ilerledikçe cephane konusunda biraz daha rahatlamanızı sağlıyor. Tabi ki oyun bunun farkında olduğundan, sürekli üstünüze yönlendirilen tehtitler de buna orantılı olarak artıyor. Hiçbir zaman güçlü hissetmiyorsunuz. Sadece savaş daha adil hale gelmeye başlıyor.Oyunun senaryosu standart ilerliyor. Takip etmesi kolay, gayet anlaşılır ama merakınızı sonuna kadar koruyor. Karşılaştığınız karakterler, teknoloji geek’i, Amerikan askeri gibi tipik stereotiplere uyuyorlar çoğunlukla ve enteresan diyaloglar sunmuyorlar. Senaryo çok stabil bu sefer, ancak oyun daha fazla duygularınıza oynuyor. Ana karakterin kızını kurtarma çabası, kaybedecek bir şeyi kalmayan bir adamın kızı için göze alabileceklerini görmek etkileyici olabiliyor.
KARAR
Evil Within 2, her detayından ustalık akan, mükemmel bir korku aksiyon oyunu örneği. Oynanıştaki kusursuz denge, günümüz aksiyon oyunlarına ders olacak şekilde. İlk oyuna kıyasla batılılaştırılmış ton, kanımca oyuna bir eksi olarak dönse de; eminim bunu tercih edenler de olacaktır. Korku gerilim unsurlarının bir nebze azaltılması, ancak geriye kalan her şeyin fersah fersah ilerletilmesi ile Evil Within 2 ilkinden çok daha başarılı bir oyun olmuş. Şu haliyle sadece korku türünü sevenlere değil, başarılı bir aksiyon oyunu içinde kendilerini 20 saatlik uzun bir oynanışta kaybetmek isteyen herkese şiddetle tavsiye edilecek bir oyun Evil Within 2.